19 Nisan 2012 Perşembe

rıdvan

çok ince ve buruşuktu parmakları. yüzü buruşuktu. yavaş yürürdü, yolun tadını çıkarır gibi. hep aynı, hiç değişmezdi karşılaşmamız. o eve dönerken, ben dışarı çıkarken. uzaktan beni görünce olduğu yerde durur, bana bakardı. beni tam olarak görene kadar gözleri kısık, öyle bana bakardı. hep aynı şeyi söylerdi, hep aynı cevabı verirdim.

- daha uzayacan mı?
- uzamayayım mı?

her pazar akşamı beraber rakı içerdik. rakıyı biraz ince yapınca kızardı. 'doğru düzgün doldur' deyip gülerdi. futboldan başka hiçbir şey konuşamazdınız onunla. bir görecektiniz. sanki dünyada futbol topundan başka hiçbi şey yoktu. öyle severdi futbolu.

23:30'du saat. telefon çaldı. telefon açılmadan anladım. olduğum yerde ayakta dikildim. gözümü kırpmadan.

- alo? efendim? anne.. yapma..

olduğum yere bi bok çuvalı gibi çöktüm. sonraki günler? sonraki günler diye bi şey yok. sonraki günler artık alıştığın, bildiğin şekilde bi yaşamak yok. sonraki günler artık sadece gidenleri uğurlamaya, bazı şeylere engel olamamaya alışmaktan ibaret.

bugün ölüm yıldönümün değil. sen gideli çok oluyor. sigara içiyodum, aklıma geldin. biliyo musun sigaranın külünü aynı senin yaptığın gibi küllüğün içinde çevirerek döküyorum. nerdeyse her sigara içişimde sen hep aklımdasın.

hurilerin amına koyayım, öbür tarafa geldiğimde oturalım yine cruyff' tan bahset bana. pele' yi anlat. uruguay nasıl da almıştı o dünya kupasını, onu bi daha anlat. alsancak stadında maç izlemek için kaç kilometre yürüdüğünü, stada nasıl tırmanıp maçı bedavaya getirdiğini anlat.

sigara içmedim senin yanında ama orda varsa bi sigaranı içerim.

bana bi 'hadi allahaısmarladık' demeden gitmek ne demekmiş, onu da soracağım sana dede.